Yunus Emre
Horasan’da Ahmet Yesevi’yle başlayan Türk tasavvuf hareketi, 13 üncü Yüzyılda Anadolu’da, aynı dönemde ve aynı bölgede yaşayan Hacı Bektaş Veli, Mevlana ve Yunus Emre´yle doruk noktasına ulaşmıştır.
Yunus Emre 13 üncü Yüzyıl Anadolusunun en önemli manevî mimarlarından birisi ve sade bir Türkmen dervişidir. Anadolu’da birliğin bozulduğu, Moğol ordularının yakıp yıktığı, insanların umutsuzluğa kapıldığı bir dönemdeYunus Emre şiirleriyle bir sevgi seli oluşturmuş, insanlara manevî huzuru, sevgi ve hoşgörü gibi evrensel değerleri aşılamaya çalışmıştır.
Gönül kırmamak, hiçbir canlıyı incitmemek, gönül almak, büyük taslamamak, geçimli olmak, bilgili olmak Yunus´un ana kavramlarıdır. “Herkes ayıbını ve kötülüğünü görebilmeli ve bunları düzeltmek için çaba göstermelidir” diye düşünür Dervis Yunus.
Dervişlik bir hizmet makamıdır, bir insanlık disiplinidir. Derviş olabilmek için, kötü düşüncelerden arınmak, mal, mülk hırsından sıyrılmak, sen-ben kavgasından uzak kalmak, insana ve insanlığa hizmete soyunmak, tanrı ve insanlık yolunda çaba göstermek gerekir. Elde tespih, dilde dua, her şeyden elini ayağını çekmiş insanlara yakıştırılan dervişlik, sonraları ortaya çıkan bir sapmadır.
Nitekim,Yunus bu softalara şiddetle karşı çıkmış ve şiirlerinde şunları söylemiştir:
“Dervişlik dedikleri, hırka ile taç değil.
Gönlünü derviş eden, hırkaya muhtaç değil.”
Gerçeğe, tanrıya, evrensele ve her şeyin özüne varmak çabasında olan Yunus´un tasavvuf felsefesi ve görüşleri, Bektaşî öğretilerini yansıtır; şeyhi Taptuk Emre, Hacı Bektaş Veli’ye bağlıdır.Yunus Emre de, Mevlânâ gibi insana önem verir. Din, tarikat, görünüşte farklı olan yollardır; hepsinin amacı, iyi insan olmak ve insanlık hedefine ulaşmaktır.
Bugün Yunus Emre nin yaşadığı Anadolu topraklarında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Başbakanının, Hacı Bektaş Veli’nin “gelin canlar bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözleriyle, insanları birliğe çağırdığına tanık oluyor ve bundan mutluluk duyuyorum; ancak, biliyoruz ki, insanların düşüncelerini, eylemlerini ve inançlarını gözardı ederek, ibadetin şekli üzerinde durup içeriğini unutarak, onları dinli-dinsiz, bizden veya bizden değil diye ayırarak “bir olmak, iri olmak, diri olmak” asla mümkün değildir. Nitekim Yunus´un kendisi de, işin şeklinde değil, manasındadır; gerçek ibadeti, gerçek dindarlığı da, şeklen bazı şeylerin yerine getirilmesinde değil, o şeklin var ediliş amacında arar; tanrıyı, sevgiler ve yücelikler dolu bir güç olarak tanıtıcıdır; dinin dogmalarını, şeriatın katı kurallarını kırıcıdır.
“Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil” der Derviş Yunus
Yunus Emre çeşitli görüşlerini yapıtlarında ortaya koymuştur. Bilim, bilgi, gerçek, tanrı, ölüm, aşk gibi konulardaki düşüncelerini bir potada eritmiştir. Ermişler aşamasına ulaşmak için yetkin insan olmak için çalışmış, sonunda da en yüksek makama ulaşmıştır.
Yunus´a göre, bilim bir amaç değil, araçtır; çünkü, bilimi kendilerine amaç edinenler, kendilerini dünyanın merkezi sanırlar ve bu bilgileriyle de üstünlük taslarlar.
Oysa,Yunus´a göre, mutlak varlıktan başka varlık yoktur ve bütün var olanlar Tanrı’nın; yani, mutlak varlığın çeşitli görüntülerinden başka bir şey değildir.
Bu düşünceyle Derviş Yunus;
“Yol odur ki doğru vara,
Göz odur ki Hak’kı göre,
Er odur ki alçakta dura,
Yüceden bakan göz değil” demiştir.
Yunus Emre aynı zamanda ulusumuzun değerlerini, görüşlerini yansıtan büyük bir sanatçıdır.o, sözün gücünü ve kudretini çok iyi kavramıştır. İyilik ve kötülüğün sözden geldiğini, ifadesini doğru bulmayan sözün nelere yol açabileceğini görmüştür.
Ona göre söz, insanları dost da, düşman da eden bir araçtır.
“Söz ola kese savaşı,
Söz ola bitire işi,
Söz ola ağılı aşı,
Bal ile yağ ede bir söz.”
Yunus bize şiirlerinde hafif güldürünün, acı kınamanın ve kara yerginin de ilk örneklerini verir.Yunus´tan evvel edebiyatımızda böyle bir gelenek yoktur. Usta sanat eri Yunus´un yergisi özele, somuta iner. İşte, zamane beyleri için:
“Gitti beyler mürveti binmişler birer atı,
Yediği yoksul eti, içtiği kan oluptur”
“Beyler azdı yolundan bilmez yoksul halından”
Yine Yunus´un şiirlerinde insanların bir bölüğü bize tasavvuf imgeleri olarak sunulur. Bunlar canlardır, erenlerdir, padişahtır, erdir, gerçek erdir, aşıktır ve gerçek aşıktır.
Bunların aralarında boy, pos, huy, hus, duygu, düşünce farkları yoktur. Hepsi iyilik, güzellik, bilgelikle bezenerek Tanrı suretleri olmuşlardır.
“Ey aşıklar, ey aşıklar,
Aşk mezhebi dindir bana,
Gördü gözüm dost yüzünü,
Kamu yas düğündür bana” der.
Her ne kadar bir şiirinde
“Bilmeyen ne bilsin bizi,
Bilenlere selam olsun” derse de, Anadolu insanı Yunus´u öylesine sahiplenmiştir ki, onun mezarının kendi topraklarında bulunmasını arzulamıştır; bugün, Anadolu’nun onbeş ayrı yerinde mezarının oluşu, şiirlerinin de, ilahilerinin de dillerden düşmeyişi bu sevginin en açık ifadesidir; Bursa, Sandıklı, Kula, Erzurum, Sarıköy ve Karaman bu yerlerden bazılarıdır.
Anadolu toprağında yetişen ve adına “Hoşgörü Yılı” ilan edilen büyük ustanın yine orada yatıyor olması bizim için yeterlidir.
Sözlerimi Yunus´un, tüm insanları kucaklayan
“Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize” dizeleriyle, selam sana sekiz yüzyıldır diri kalan canlı Yunus diyerek bitiriyorum.
Ali Riza Gülcicek
2003 TBMM konusmasi